16 Mart 2017 Perşembe

Homeros - İLYADA




‘’ Güzel akan ırmağın sığ yerine gelince,
   Zeus’tan doğma anaforlu Ksanthos’un sığ yerine,
  Akhilleus böldü onları ikiye,
  Kimini sürdü ovadan kente doğru,
  Akhaların palas pandıras kaçıştıkları yoldan,
  Ünlü Hektor kovalamıştı onları bir gün önce,
  Bugün o yolda Troyalılar kaçıyordu korku içinde,
  Here önlerine kopkoyu bir bulut sermişti.
  Ordunun öbür yarısı da yığılmıştı ırmağın kıyısına,
  Derinden akan, gümüş anaforlu ırmağın
  Paldır küldür atlıyorlardı içine,
  Derin sular uğulduyor, kıyılar yankılanıyordu,
  Bağrışarak yüzüyorlardı o yana bu yana,
  Dönüp duruyorlardı anaforla birlikte.’’

Söz ne zaman başladı?  Hikâye anlatmak ne zaman başladı? Yazmak ne zaman başladı? Bu sorulara kesin yanıtlar vermek pek mümkün olmayabilir. Ama bir miti, destanı yazmak ne zaman başladı diye sorulursa yanıt Homeros’un İlyada ve Odysseia destanlarını yazması olacaktır.
İlyada, çağlar boyu unutulmayan bir mit, destan, Troya destanı. Troyalı Paris, Sparta Kralı Menalaos’un karısı Helen’i kaçırınca Akalar(Yunan Halkları) Troya ’ya savaş açarlar. On yıl sürer bu savaş.-Kitapta ise bu savaşın yaklaşık iki aylık bir devresi anlatılıyor.- Acımasız, amansız, ıstırap dolu yıllar vardır tarafların önünde. Homeros’un kaleminden adeta kan ve gözyaşı damlamaktadır. Tanrılar ve Tanrıçalar, Kral Agamemnon, Akhilleus, Odysseus, Hektor ve diğerleri… Anlatılan bir yiğitlik destanı, kahramanlığa övgü gibi görünse de, ben İlyada’nın satırlarında çaresizliği ve umudu, korkuyu ve cesareti ve hep var olan hiç eksilmeyen acıyı okudum. Savaşın anlatıldığı satırlar zihnimden neredeyse tamamen silindi. Ancak Troyalı Hektor ’un ölümü üzerine karısı Andromakhe’nin yaktığı ağıt, tazeliğini koruyor hafızamda.
Yolunuz Çanakkale’ye düşerse Troya Antik kentini de ziyaret etmeyi unutmayın. Her ne kadar İlyada bir efsane olsa da bu destana ruhunu veren toprakları görmek fırsatını kaçırmayın. Sizi ziyaret için ikna edemediysem, kitabın olağanüstü güzel çeviri yapan çevirmenlerine kulak verelim. Troya kentini şöyle anlatıyorlar bize:

‘’Çanakkale’den bir kaptıkaçtıya binersiniz. Kentten çıkıp biraz yükseldiniz mi, boğaz, rüzgârı püfür püfür eser. Bir yanınız deniz, bir yanınız çamlık, zeytinlik; alabildiğine maviler, yeşiller, sarılar, küme küme kırmızı gelincikler. İçiniz bir hoş olur, çünkü bu toprak başka toprak, kahramanlık destanları anlatılır size karış karış. Yüzyılları birbirine katmış da hep Doğu ile Batı arasında kavgaya, dövüşe sahne olmuş bu toprak. Çanakkale Boğazına baktıkça bir kıtayı bir kıtaya bağlayan su köprüsünün ne demek olduğunu anlarsınız. Hellespontos derlermiş ilkçağda ona, Küçük Helle’nin boğulduğu deniz. Efsane en eski çağlarda bile kana boyamış bu su geçidini. Yığın yığın insanlar bir bu kıyıdan o kıyıya , bir o kıyıdan bu kıyıya geçmişler Boğaz’ı; göçler, ordular, donanmalar… Hepsi de iki dünyanın kapısını açan bu kilidi ele geçirelim diye uğraşırmış. Boğaz’a baktıkça Batı uygarlığının ilk büyük destanı neden burada doğdu diye şaşmazsınız artık. Bu destan Troya destanıdır.’’

A. KOŞBAY

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder