‘’ Güzel akan ırmağın sığ
yerine gelince,
Zeus’tan doğma anaforlu Ksanthos’un sığ
yerine,
Akhilleus böldü onları ikiye,
Kimini sürdü ovadan kente doğru,
Akhaların palas pandıras kaçıştıkları yoldan,
Ünlü Hektor kovalamıştı onları bir gün önce,
Bugün o yolda Troyalılar kaçıyordu korku
içinde,
Here önlerine kopkoyu bir bulut sermişti.
Ordunun öbür yarısı da yığılmıştı ırmağın
kıyısına,
Derinden akan, gümüş anaforlu ırmağın
Paldır küldür atlıyorlardı içine,
Derin sular uğulduyor, kıyılar
yankılanıyordu,
Bağrışarak yüzüyorlardı o yana bu yana,
Dönüp duruyorlardı anaforla birlikte.’’
Söz ne zaman başladı? Hikâye
anlatmak ne zaman başladı? Yazmak ne zaman başladı? Bu sorulara kesin yanıtlar
vermek pek mümkün olmayabilir. Ama bir miti, destanı yazmak ne zaman başladı
diye sorulursa yanıt Homeros’un İlyada ve Odysseia destanlarını yazması
olacaktır.
İlyada, çağlar boyu unutulmayan bir mit, destan, Troya destanı. Troyalı Paris,
Sparta Kralı Menalaos’un karısı Helen’i kaçırınca Akalar(Yunan Halkları) Troya
’ya savaş açarlar. On yıl sürer bu savaş.-Kitapta ise bu savaşın yaklaşık iki
aylık bir devresi anlatılıyor.- Acımasız, amansız, ıstırap dolu yıllar vardır
tarafların önünde. Homeros’un kaleminden adeta kan ve gözyaşı damlamaktadır.
Tanrılar ve Tanrıçalar, Kral Agamemnon, Akhilleus, Odysseus, Hektor ve
diğerleri… Anlatılan bir yiğitlik destanı, kahramanlığa övgü gibi görünse de,
ben İlyada’nın satırlarında çaresizliği ve umudu, korkuyu ve cesareti ve hep var
olan hiç eksilmeyen acıyı okudum. Savaşın anlatıldığı satırlar zihnimden
neredeyse tamamen silindi. Ancak Troyalı Hektor ’un ölümü üzerine karısı
Andromakhe’nin yaktığı ağıt, tazeliğini koruyor hafızamda.
Yolunuz Çanakkale’ye düşerse Troya Antik kentini de ziyaret etmeyi
unutmayın. Her ne kadar İlyada bir efsane olsa da bu destana ruhunu veren
toprakları görmek fırsatını kaçırmayın. Sizi ziyaret için ikna edemediysem,
kitabın olağanüstü güzel çeviri yapan çevirmenlerine kulak verelim. Troya
kentini şöyle anlatıyorlar bize:
‘’Çanakkale’den bir kaptıkaçtıya binersiniz. Kentten çıkıp biraz
yükseldiniz mi, boğaz, rüzgârı püfür püfür eser. Bir yanınız deniz, bir yanınız
çamlık, zeytinlik; alabildiğine maviler, yeşiller, sarılar, küme küme kırmızı
gelincikler. İçiniz bir hoş olur, çünkü bu toprak başka toprak, kahramanlık
destanları anlatılır size karış karış. Yüzyılları birbirine katmış da hep Doğu
ile Batı arasında kavgaya, dövüşe sahne olmuş bu toprak. Çanakkale Boğazına
baktıkça bir kıtayı bir kıtaya bağlayan su köprüsünün ne demek olduğunu
anlarsınız. Hellespontos derlermiş ilkçağda ona, Küçük Helle’nin boğulduğu
deniz. Efsane en eski çağlarda bile kana boyamış bu su geçidini. Yığın yığın
insanlar bir bu kıyıdan o kıyıya , bir o kıyıdan bu kıyıya geçmişler Boğaz’ı;
göçler, ordular, donanmalar… Hepsi de iki dünyanın kapısını açan bu kilidi ele
geçirelim diye uğraşırmış. Boğaz’a baktıkça Batı uygarlığının ilk büyük destanı
neden burada doğdu diye şaşmazsınız artık. Bu destan Troya destanıdır.’’
A. KOŞBAY
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder