19 Mayıs 2017 Cuma

Italo Calvıno - GÖRÜNMEZ KENTLER




‘’Piposunun amber sapına sıkı sıkıya yapışmış dudakları, ametist yakalığına dayanmış sakalı, ipek terliklerinin içinde sinirle kasılmış başparmaklarıyla Kubilay Han tepki vermeksizin dinliyordu Marco Polo’nun anlattıklarını. Yüreğine ağır bir hüzün bulutunun indiği gecelerden biriydi.
‘’ Senin kentlerinin hiçbiri yok. Belki de hiç olmadılar. Artık olmayacakları da kesin. Neden eğleniyorsun bu avutucu masallarla? İmparatorluğumun bataklıktaki bir ceset gibi çürüdüğünü ve bataklığın, gagasıyla onu didikleyen kargalara, kirli sularıyla beslenen sazlara hastalığını bulaştırdığını zaten biliyorum ben. Neden bunlardan söz etmiyorsun bana? Neden yalan söylüyorsun Tatarların imparatoruna, yabancı?’’
Polo, Hükümdar böyle keyifsiz olduğunda ne yapması gerektiğini biliyordu. ‘’ Evet, imparatorluk hasta ve işin kötüsü, yaralarına alışmaya çalışıyor. Benim yolculuklarımın amacı şu: zar zor da olsa hala seçilebilecek mutluluk izlerini tarayarak, mutluluğun kıtlığını saptıyorum. Etrafında ne kadar karanlık var bunu bilmek istiyorsan, gözlerini kısıp uzak, zayıf ışıklara bakmalısın’’

Italo Calvino, en büyük gerçeğin masallarda olduğunu söylemiş. Masalsı bir gerçekçilikle örülü kitapları da bu düşüncesinin ürünleri. Görünmez Kentler, Italo Calvino’nun belki de yazarlık dehasının doruk noktası bir anlatı. Herhangi bir kategoriye girmiyor. Roman diyemiyoruz, hikâye diyemiyoruz, tam olarak masal da değil. Kubilay Han ve Marco Polo arasındaki diyaloglarla örülü bölümler ve Marco Polo’nun Kubilay Han’a anlattığı şehirler ile ilgili bölümler var. Klasik bir bölümleme beklemeyin. Örneğin kitabın I. Bölümündeki alt başlıklar; Kentler ve Anı 1, Kentler ve Anı 2, Kentler ve Arzu 1, Kentler ve Anı 3, Kentler ve Arzu 2, Kentler ve Göstergeler 1, Kentler ve Anı 4, Kentler ve Arzu 3,Kentler ve Göstergeler 2, İnce Kentler 1. Diğer bölümler de bu karışık sıralamayla devam ediyor. Bu o kadar da önemli değil açıkçası. Önemli olan her bir anlatının içindeki o yoğun anlam, duygu, simgeler, gerçekte var olmayan ama bir yandan da gerçekte var olan kentlerin hikâyeleri… Bu anlatılarda karşımıza çıkan kentler sanki okurun yaşadığı kenti anlatıyor gibi. Her bir okurun yaşadığı kent değişse de. Sanki bir tek kentin sokaklarında dolaşıyor gibiyiz. Zaman geçtikçe kentin görünümü de insanları da, kaderi de, adı da değişiyor. Kitabın ortalarına doğru Kubilay Han, Marco Polo’ya bana hiç Venedik’i-Marco Polo Venediklidir- anlatmadın diye sitem edince gezginin verdiği yanıt; ben hep Venedik’i anlattım. Her kenti anlatırken içinde Venedik de vardı, oluyor. Hatta bir bölümde hükümdar-Kubilay Han- ve gezgin-Marco Polo- aralarındaki sohbetin de gerçek olmadığı izlenimini veriyorlar bize. Ben belki de şu anda sarayımın bahçesinde seninle konuşmuyorum, belki de seferdeyimdir şu an diyor Kubilay Han. Marco Polo da ben de belki şu an bir şehri geziyorum diyor. Zaman ve mekân birbirine karmaşık ipliklerle bağlanmış gibi. Bu bağları çözmek neredeyse imkânsız.
Bu hayali ve aynı zamanda gerçek şehirlerde-Diomira, Dorotea, Tamara, İsaura, Eufemia, Valdrada, Aglaura, Melania, Eudossia, Leonia, Olinda ve diğerleri…  - gezerken yazarın bütün edebiyat ve hayat tecrübesine dayanarak damıttığı fikirleri de süzülüyor satır aralarından. Şehirler anıları, arzuları, göstergeleri, görmeyi, ölümü, yaşamı anlatan metaforlara dönüşüyor.
Italo Calvino’nun gezgin Marco Polo’ya bir kentin anlatısında söylettiği söz hayatın bir özeti sanki: ‘’ Yalan sözlerde değil şeylerdedir.’’


 A. KOŞBAY

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder