‘’Piposunun
amber sapına sıkı sıkıya yapışmış dudakları, ametist yakalığına dayanmış
sakalı, ipek terliklerinin içinde sinirle kasılmış başparmaklarıyla Kubilay Han
tepki vermeksizin dinliyordu Marco Polo’nun anlattıklarını. Yüreğine ağır bir
hüzün bulutunun indiği gecelerden biriydi.
‘’
Senin kentlerinin hiçbiri yok. Belki de hiç olmadılar. Artık olmayacakları da
kesin. Neden eğleniyorsun bu avutucu masallarla? İmparatorluğumun bataklıktaki
bir ceset gibi çürüdüğünü ve bataklığın, gagasıyla onu didikleyen kargalara,
kirli sularıyla beslenen sazlara hastalığını bulaştırdığını zaten biliyorum
ben. Neden bunlardan söz etmiyorsun bana? Neden yalan söylüyorsun Tatarların
imparatoruna, yabancı?’’
Polo,
Hükümdar böyle keyifsiz olduğunda ne yapması gerektiğini biliyordu. ‘’ Evet,
imparatorluk hasta ve işin kötüsü, yaralarına alışmaya çalışıyor. Benim
yolculuklarımın amacı şu: zar zor da olsa hala seçilebilecek mutluluk
izlerini tarayarak, mutluluğun kıtlığını saptıyorum. Etrafında ne kadar
karanlık var bunu bilmek istiyorsan, gözlerini kısıp uzak, zayıf ışıklara
bakmalısın’’
Italo Calvino, en büyük gerçeğin masallarda olduğunu söylemiş.
Masalsı bir gerçekçilikle örülü kitapları da bu düşüncesinin ürünleri. Görünmez
Kentler, Italo Calvino’nun belki de yazarlık dehasının doruk noktası bir
anlatı. Herhangi bir kategoriye girmiyor. Roman diyemiyoruz, hikâye
diyemiyoruz, tam olarak masal da değil. Kubilay Han ve Marco Polo arasındaki
diyaloglarla örülü bölümler ve Marco Polo’nun Kubilay Han’a anlattığı şehirler
ile ilgili bölümler var. Klasik bir bölümleme beklemeyin. Örneğin kitabın I.
Bölümündeki alt başlıklar; Kentler ve Anı 1, Kentler ve Anı 2, Kentler ve Arzu
1, Kentler ve Anı 3, Kentler ve Arzu 2, Kentler ve Göstergeler 1, Kentler ve
Anı 4, Kentler ve Arzu 3,Kentler ve Göstergeler 2, İnce Kentler 1. Diğer
bölümler de bu karışık sıralamayla devam ediyor. Bu o kadar da önemli değil
açıkçası. Önemli olan her bir anlatının içindeki o yoğun anlam, duygu,
simgeler, gerçekte var olmayan ama bir yandan da gerçekte var olan kentlerin
hikâyeleri… Bu anlatılarda karşımıza çıkan kentler sanki okurun yaşadığı kenti
anlatıyor gibi. Her bir okurun yaşadığı kent değişse de. Sanki bir tek kentin
sokaklarında dolaşıyor gibiyiz. Zaman geçtikçe kentin görünümü de insanları da,
kaderi de, adı da değişiyor. Kitabın ortalarına doğru Kubilay Han, Marco
Polo’ya bana hiç Venedik’i-Marco Polo Venediklidir- anlatmadın diye sitem
edince gezginin verdiği yanıt; ben hep Venedik’i anlattım. Her kenti anlatırken
içinde Venedik de vardı, oluyor. Hatta bir bölümde hükümdar-Kubilay Han- ve
gezgin-Marco Polo- aralarındaki sohbetin de gerçek olmadığı izlenimini
veriyorlar bize. Ben belki de şu anda sarayımın bahçesinde seninle
konuşmuyorum, belki de seferdeyimdir şu an diyor Kubilay Han. Marco Polo da ben
de belki şu an bir şehri geziyorum diyor. Zaman ve mekân birbirine karmaşık ipliklerle
bağlanmış gibi. Bu bağları çözmek neredeyse imkânsız.
Bu hayali ve aynı zamanda gerçek şehirlerde-Diomira, Dorotea,
Tamara, İsaura, Eufemia, Valdrada, Aglaura, Melania, Eudossia, Leonia, Olinda
ve diğerleri… - gezerken yazarın bütün edebiyat ve hayat tecrübesine
dayanarak damıttığı fikirleri de süzülüyor satır aralarından. Şehirler anıları,
arzuları, göstergeleri, görmeyi, ölümü, yaşamı anlatan metaforlara dönüşüyor.
Italo Calvino’nun gezgin Marco Polo’ya bir kentin anlatısında
söylettiği söz hayatın bir özeti sanki: ‘’ Yalan sözlerde değil şeylerdedir.’’
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder