‘’ Monti’nin, yakarışlarına sadece, karanlık uçurumdan yükselen rüzgârın
sesi cevap vermektedir.’’ Ne demek istiyordun Angustina? Cümleni, bitiremeden
gittin; belki de gayet sıradan aptalca bir şey, belki saçma bir umuttu dile
getireceğin, belki de… hiçbir şey değildi.’’
Issız bir ada(Robinson Crusoe), uçsuz bucaksız
çöller(Simyacı), gökyüzüne uzanan karlı dağların çevrelediği bir
sanatoryum(Büyülü Dağ),karantinayla çevrili bir şehir(Veba) etrafında
ıssızlığı, yalnızlığı, insanın varoluş mücadelesini anlatan kitaplar her zaman
beni çekmiştir. Bu tür kitaplar arasında Tatar Çölü özel bir yeri hak ediyor.
Diğerlerinden farkı ise, kahramanının sınır boyundaki unutulmuş kalede kalmaya
bir zorunluluktan değil, bir umuttan, belki de daha doğru bir ifadeyle kaledeki
diğer askerler gibi bir saplantıdan dolayı mahkûm kalması. Bir gün işe
yarayacaklardı. Bir gün düşman her gün baktıkları, gözledikleri çölden gelecek
ve onlar ülkelerini savunacaklardı. Bu umutla yıllarını kalede çürüten ve
emekli olan askerler, kahramanımıza bilinmezi beklemenin anlamsızlığını,
beyhude geçen yılların dayanılmaz ağırlığını duyursa da genç subay Giovonni
Drogo için harekete geçmek kolay olabilecek miydi?
Kitap, çarpıcı sonuyla ciddi bir şekilde sarsıyor benliğinizi.
Etkisinin daha yoğun olması için mümkünse meşgul olmadığınız sakin bir tatil
gününde ve bir gün içinde okumanızı öneririm. Bu varoluş mücadelesini okuduktan
sonra beyazperdeden de izlemek isterseniz, yönetmen Valerio Zurlini
’nin 1976 yılındaki sinema uyarlamasını kaçırmayın.
Monotonluktan hep
şikâyet edilmiştir. Ama pek çoğumuz monotonluktan kurtulmak için parmağımızı
bile kıpırdatmıyor, korunaklı duvarlarımızda dünü, bugünü, yarını hep aynı
yaşıyoruz. Tatar Çölü bu atalet halini sorgulamamız ve belki de kendimizi bir
parça olsun değiştirebilmemiz için iyi bir fırsat olacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder