‘’ Bir iki
dakika konuşmadan ringayı yedik. Sonra annem, karıma öğretmem için salyangozun
daha başka kaç türlü pişirilebileceğini anlatmaya başladı. Bense ona karımın
hiç salyangoz yemeği yapmadığını söyledim. O zaman annem karımın nasıl yemekler
yaptığını sordu. Ben de daha çok haşlama yaptığını söyledim.
‘’Haşlama mı, ne
haşlaması?’’ diye sordu annem.
‘’ Haşlama et,’’ dedim.
‘’ Et, ne eti? ‘’dedi annem.
‘’Sığır,’’ dedim.
Annem yüzünü buruşturarak
bana baktı. Sığır etinin tadının neye benzediğini sordu.’’
Büyümek, anne baba evinden ayrılmak, arkasına dönüp bakmamak…
Kahramanımız yıllar sonra doğup büyüdüğü topraklara dönüyor; yalnız, hasta
annesini yoklamak için. Sicilya bıraktığı gibi. Aynı insanlar, aynı sokaklar,
aynı evler, aynı toprak. Ama kendisi aynı çocuk ya da aynı genç delikanlı değil
artık.
İtalya’nın bir panoramasını çizen bu kısa roman ilk
bölümlerdeki tren yolculuğu ile de bir parça Dostoyevski’nin Budala romanının
başlangıcını anımsatıyor. Ama Sicilya Konuşmalarındaki, İtalyan İşi tabii.
Eline çabuk, kısa kısa, canlı diyaloglardan oluşan bölümler.
İtalya’daki kuzey güney karşıtlığı da-zengin kuzey, fakir
güney- kitabın satır aralarında gizli. Bu karşıtlık coğrafyadan, dildeki
lehçelere, hayat tarzlarına, duygu ve düşüncelere yansıyor.
Sicilya Konuşmaları, özünde bir eve dönüş hikâyesi. Bu dönüşte
her şey aynıydı. Ama aynı zamanda her şey farklıydı.
Küçükken her şey dev gibi görünürdü bize. Yetişkin insanlar,
ağaçlar, evler, eşyalar devasaydılar. Sonra büyüdük, etrafımızdaki her şey
küçüldü. Belki bu o kadar kötü değil. Ama her şey bir yana, büyüdükçe
hayallerimiz de küçüldü.
A. KOŞBAY
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder