23 Ocak 2017 Pazartesi

Peyami Safa - DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU






Siz de benim gibi Peyami Safa’nın bu eserini daha önce hiç okumadığınızı sanıyorsanız yanılıyor olabilirsiniz! Hemen hemen herkesin Lise Edebiyat dersi kitabından küçük bir bölümüne aşina olduğunu tahmin ediyorum. Ben okurken anımsadım. Hafızalarınızı daha fazla zorlamamak için size de kısaca bahsetmem gerekirse; ana karakterimiz 15 yaşındadır, dizindeki kemik tümörü ile 8 yaşından beri boğuşmaktadır. Annesi ile birlikte İstanbul’un kenar mahallelerinden birinde yaşar. Yoksul bir hayata sahiptir. Uzaktan akrabaları olan Paşa’nın kendisinden 4 yaş büyük olan kızı Nüzhet’e aşıktır. Ne mutlu ki Nüzhet de ona karşı boş değildir, ancak Nüzhet doktor Ragıp Bey ile evlenmek üzeredir.

Nüzhet, hasta ve yoksul kahramanımız ile mi hayatına devam etmeyi seçecektir, yoksa doktor ile mi evlenecektir? Ana karakterin geçmez diz ağrıları ve sonu gelmez hastane çilesi sona erebilecek midir?

Kitap otobiyografik bir eserdir. P.Safa’nın çocukluk ve gençlik dönemlerinden izler taşımaktadır. Bu özelliğiyle Edebiyatımızda psikolojik roman olma özelliğine sahiptir. İncecik bir kitap ama son derece derin bir anlatıma sahip.

Kitapta bazı cümleler var ki insanı derinden yaralar: “İki hasta kadar birbirine yakın kimse yoktur. Büyük bir hastalık geçirmeyenler, her şeyi anladıklarını iddia edemezler.” Hakikaten de bazı acıları anlayabilmek için o acıyı bizzat yaşamak gerekir. Çünkü denildiği gibi ateş düştüğü yeri yakar. Dişi ağrımayan diş ağrısını, dizi ağrımayan diz ağrısını ne bilsin, derdi rahmetli anneannem.

“Ağaçların bile sıhhatine imrenerek yürürdüm.”

“Felaketimizi başka biriyle taksim etmek saadettir; fakat annelerle değil. Annelere anlatılan kederler taksim değil, zarbedilmiş olur. Çocuklarının felaketini 2 kat şiddetle hisseden anneler, bu ızdıraplarını çocuklarına fazlasıyla iade ederler; böylece keder anadan çocuğa ve çocuktan anaya her intikal edişinde büyüdükçe büyür.”

“Öyle bir yaşta idim ve öyle bir mizaçta idim ve çocukluğumda o kadar az oyun oynamıştım ve aldatmasını o kadar az öğrenmiştim ki, yalan bana suçların en ağırı gibi geliyordu; ve bir yalan söylendiği zaman insanların değil, eşyanın bile buna nasıl tahammül ettiğine şaşırıyordum. Yalana her şey isyan etmelidir. Eşya bile: Damlardan kiremitler uçmalıdır, ağaçlar köklerinden sökülüp havada bir saniye içinde toz duman olmalıdır, camlar kırılmalıdır, hatta yıldızlar düşüp gökyüzünde bin parçaya ayrılmalıdır filan...”

Diz ağrısı nedir, yürüyememek nedir, hayatının yarısının hastanede şifa arayarak geçmesi ne demektir? (Tam da diz ağrısı çektiğim, empati yapabilmeye en uygun olduğum sırada okudum kitabı. Geçtiğimiz günlerde trafik kazası geçirdik eşimle birlikte, soldan hızla gelen bir aracın bize vurması ve daha sonra ise bizim sağdaki duvara vurmamız ile 2 kere çarpma yaşadık. Hava yastıkları patladı, ön cam çatladı, aracın ön kaporta tamamen gitti, görenler “siz bu araçtan nasıl bu kadar az sıyrıkla kurtulabildiniz..?” deyip şaşkınlıklarını dile getirdiler. Belli bir kitle de vardı ki, onlar aracın basında beni görüp, -önyargıyla- “siz mı sürüyordunuz?” diye soranlardı. Çünkü onların düşüncesine göre duvara ancak ve ancak bir kadın toslayabilirdi oysa sürücü ben değildim, he bi’de bazı kişiler de cevabını öğrenince ne işlerine yarayacaksa “aracın kaskosu var mı?” sorusunu soruyorlardı… İnsanımız tuhaf, hakikaten çok tuhaf.… Birkaç sıyrıkla atlattığımıza şükrediyoruz. Kırık-çıkık yok ancak benim dudağım patladı, sağ omzum, belimin sağ tarafıdizimde müthiş bir zedelenme oldu, çektiğim ağrıyı tarif edemem... Ben bu kadar acı çekebiliyorsam P.Safa’nın ızdırabını tahmin bile edemiyorum…)

Kitabın siyah-beyaz çekilmiş filmi de var. Nüzhet’i Hülya Koçyiğit, ana karakteri ise Kartal Tibet oynuyor. Kitapta ana karakterin adından hiç söz edilmiyor ancak filmde adı Burhan ismi ile anılmakta. Kitaplardan uyarlanan çoğu filmde olduğu gibi bu filmde de senaryo çok farklı seyrediyor. Başlangıcı da, sonu da kitapla aynı değil. Çekildiği dönemin şartlarına göre değerlendirirsek güzel bir film ancak gerek kitaba, gerekse günümüze göre değerlendirdiğimizde keyif alabileceğinizi ümit etmiyorum. Filmi izlemeniz konusunda ısrar edemiciğiiim (yükleme vurguyu H. Koçyiğit gibi yaptım :D ) fakat kitabı mutlaka okumalısınız okumalısınız okumalısınız.



Okumak Harika Bir Eylemdir!



Esra K.K.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder