‘’O kış çok soğuktu, korkunç soğuktu ve kar, yeni kazılmış topraktan ve
kandan ötürü siyahtı. Ölümle tanışıklık, geçmişin sevinçlerini anımsamak, göç
olasılığı acı veriyor!’’
Tarih yenenler tarafından yazılıyor. Yenilenlerin hikâyelerini
tarihin tozlu sayfalarında yitip gitmekten ise edebiyat kurtarıyor.15.
yüzyılda, İspanya’da Endülüs’teki son İslam Devleti olan Granada (Gırnata) Emirliği yıkıldığında arkasında yarını olmayan, çaresiz,
acılar içinde on binlerce can bırakmıştı. Doğup büyüdükleri topraklar, onlara
ekin veren topraklar, evlerinin temellerinin yükseldiği, sevip, sevildikleri,
çocuklarını büyüttükleri, atalarını gömdükleri topraklar, artık onların
değildi. Onlara göç yolu görünmüştü.
Endülüs’ten, Fas’a, Kahire’den Roma’ya uzanan, daha sonraları
adı Giovanni Leone olacak olan Hasan’ın öyküsü, bizi bambaşka çağlara, bambaşka
coğrafyalara götürüyor. Yazgısı mıydı
onu sürükleyen farklı iklimlere, kültürlere? Tarih yapılırken bir figüran mıydı
yoksa başrol oyuncusu mu? Sadece ülkelerin mi tarihi vardır? Bir tek insanın
biricik tarihi de kıymetli değil mi?
Tarih yazılırken o sayfalarda biz sadece savaşları, anlaşma
maddelerini, fethedilen ve kaybedilen toprakları okuyoruz. Gözyaşları, ağıtlar,
yitirilen canlar, solup giden umutlar, terkedilmiş evler, bomboş sokaklar, her
kötülüğe inat yeşeren sevgi nerede diyorsanız Amin Maalouf’un kaleminden
Afrikalı Leo’yu mutlaka okuyun.
A. KOŞBAY
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder