10 Şubat 2017 Cuma

Kemal Tahir - ESİR ŞEHİR ÜÇLEMESİ







Kemal Tahir, Türk Edebiyatının mihenk taşlarından. Türkiye’nin toplumsal yapısını analiz eden, tezler üreten, tarihini alternatif bir bakış açısıyla yorumlayan çok önemli bir yazarımız. Hep güncel kalan Kemal Tahir’i okumaya Esir Şehir Üçlemesiyle başladım ve bir daha Kemal Tahir okumayı hiç bırak(a)madım.

1.       Esir Şehrin İnsanları

‘’ Yaşlı şilebin yorgun makineleri ıslak ıslak hışırdıyor, gövdesi direklerin ucundan sintinesine kadar sarsılıyordu. Adı Mari Galant’tı.
Mari Galant adını bir yerlerde duymuştu. Süvariye soracağı sırada hatırladı. Kristof Kolomb’un ilk yolculuğunda üç gemiden birinin adıydı Mari Galant.
Önce bu iki tekne, sonra kendisiyle Kristof Kolomb arasındaki benzerliğe şaştı. Cenevizli gemici Hindistan’a varacağını sanarak yola çıkmış, Amerika’ya ulaşmıştı. Kamil Bey ise İstanbul’a gittiğini kesinlikle biliyordu ama doğduğu şehri nasıl bulacağını katiyen kestiremiyordu.’’

Napolyon : ‘’Eğer dünya tek bir ülke olsaydı başkenti İstanbul olur’’ demişti. Yüzyıllarca imparatorluklara başkentlik yapan, uygarlığın beşiği olan, şairlerin âşık olduğu şehir İstanbul, I.Dünya Savaşı bittiğinde en karanlık günlerini yaşamaya başlamıştı. Yorgundu. Esirdi. Onuru ayaklar altındaydı.
Bir paşazade olan Kâmil Bey ailesiyle birlikte işgal altındaki İstanbul’a döndüğünde her şey belirsizdir. Zaman donmuştur sanki. Kopkoyu bir umutsuzluk vardır havada. Nasıl koparılabilecektir esaretin zincirleri? Sonra bir umut belirir. Kopkoyu karanlığın içinden aydınlık çıkıverir. O aydınlık, Anadolu’dan gelmektedir.
Mütareke dönemi İstanbul’unu Kemal Tahir’in canlı üslubuyla okumak, bir zaman makinasına binip o döneme gitmek gibi. O günler bize çok uzak geliyor şimdilerde. Oysa üzerinden sadece yüzyıl kadar bir zaman geçti. Sadece bir yüzyıl.

2.       Esir Şehrin Mahpusu

‘’ Kâmil Bey, bir garip hışırtıyla uyandı, doğrulup oturdu. Önce kapıya, sonra saate baktı. Altıyı çeyrek geçiyordu. Duyduğu ses, gözetleme deliğinin tahta sürgüsünden gelmiş olmalıydı. Komodinin üstünde duran pakete-Fatma Hanım’ın kurabiye paketine- gözü ilişince, çok saydığı yaşlı bir dostu içeri girmiş gibi, bacaklarını topladı.’’

Esir Şehir İstanbul’da kendisi de esir olan Kâmil Bey, bir yandan hapishane koşullarına alışmaya çalışırken, bir yandan da dışarıyı düşünüyordu. Dışardaki ailesini, esaret altındaki vatanını ve milli mücadeleyi.
Yakup Kadri’nin Sodom ve Gomore romanından aşina olacağınız, işgal kuvvetleriyle işbirliği yapanlar da var Kemal Tahir’in satırlarında, Kuvayı Milliyecilerde. Ve bir tarih yazılırken kendi küçük dünyalarında yuvarlanıp gidenlerde.
Kıstırılmışlık hali, bir varoluş, kendini yeniden yaratma mücadesine dönüşüyor çoğu zaman. Derin yalnızlığı içinde, yepyeni bir adam yaratan Kamil Bey, artık paşazade Kamil Bey değil, Millici Abi olacaktır.

3.       Yol Ayrımı

‘’Nuh Bey,’’ Ağlıyorsun Murat oğlum’’ demişti, ‘’ Deminden beri sana bakıyorum. Ağlıyorsun da ağladığının hiç farkında değilsin! Bana da olur arada bir… Bakarım ağlamışım. İyidir. Ferahlar insan!’’

Milli Mücadele kazanılmış, cumhuriyet ilan edilmiştir. Yabancıların Türk Mucizesi dedikleri yıllar.  Gazi Mustafa Kemal Atatürk, çok partili sisteme geçilmesini teşvik ediyor.
Türkiye’nin ikinci çok partili hayata geçme denemesi olan Serbest Fırka günlerini konu alıyor Yol Ayrımı. Tarih derslerinde birkaç satırla geçiştirilen dönem, Kemal Tahir’in kalemiyle yeniden hayat buluyor. Bir toplumun panoramasını çiziyor.

Artık Kâmil Bey’de vatan da özgürdür. Esarete karşı birleşen insanlar, özgürlük günlerinde artık bir yol ayrımındadırlar. 

A.KOŞBAY

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder