Kemal Tahir, Türk Edebiyatının mihenk taşlarından. Türkiye’nin toplumsal
yapısını analiz eden, tezler üreten, tarihini alternatif bir bakış açısıyla
yorumlayan çok önemli bir yazarımız. Hep güncel kalan Kemal Tahir’i okumaya
Esir Şehir Üçlemesiyle başladım ve bir daha Kemal Tahir okumayı hiç
bırak(a)madım.
1.
Esir
Şehrin İnsanları
‘’ Yaşlı şilebin yorgun
makineleri ıslak ıslak hışırdıyor, gövdesi direklerin ucundan sintinesine kadar
sarsılıyordu. Adı Mari Galant’tı.
Mari Galant adını bir
yerlerde duymuştu. Süvariye soracağı sırada hatırladı. Kristof Kolomb’un ilk
yolculuğunda üç gemiden birinin adıydı Mari Galant.
Önce bu iki tekne, sonra
kendisiyle Kristof Kolomb arasındaki benzerliğe şaştı. Cenevizli gemici Hindistan’a
varacağını sanarak yola çıkmış, Amerika’ya ulaşmıştı. Kamil Bey ise İstanbul’a
gittiğini kesinlikle biliyordu ama doğduğu şehri nasıl bulacağını katiyen
kestiremiyordu.’’
Napolyon : ‘’Eğer dünya tek bir ülke olsaydı başkenti İstanbul olur’’
demişti. Yüzyıllarca imparatorluklara başkentlik yapan, uygarlığın beşiği olan,
şairlerin âşık olduğu şehir İstanbul, I.Dünya Savaşı bittiğinde en karanlık
günlerini yaşamaya başlamıştı. Yorgundu. Esirdi. Onuru ayaklar altındaydı.
Bir paşazade olan Kâmil Bey ailesiyle birlikte işgal altındaki İstanbul’a
döndüğünde her şey belirsizdir. Zaman donmuştur sanki. Kopkoyu bir umutsuzluk
vardır havada. Nasıl koparılabilecektir esaretin zincirleri? Sonra bir umut
belirir. Kopkoyu karanlığın içinden aydınlık çıkıverir. O aydınlık, Anadolu’dan
gelmektedir.
Mütareke dönemi İstanbul’unu Kemal Tahir’in canlı üslubuyla okumak, bir
zaman makinasına binip o döneme gitmek gibi. O günler bize çok uzak geliyor
şimdilerde. Oysa üzerinden sadece yüzyıl kadar bir zaman geçti. Sadece bir
yüzyıl.
2.
Esir
Şehrin Mahpusu
‘’ Kâmil Bey, bir garip
hışırtıyla uyandı, doğrulup oturdu. Önce kapıya, sonra saate baktı. Altıyı
çeyrek geçiyordu. Duyduğu ses, gözetleme deliğinin tahta sürgüsünden gelmiş
olmalıydı. Komodinin üstünde duran pakete-Fatma Hanım’ın kurabiye paketine-
gözü ilişince, çok saydığı yaşlı bir dostu içeri girmiş gibi, bacaklarını
topladı.’’
Esir Şehir İstanbul’da kendisi de esir olan Kâmil Bey, bir yandan
hapishane koşullarına alışmaya çalışırken, bir yandan da dışarıyı düşünüyordu.
Dışardaki ailesini, esaret altındaki vatanını ve milli mücadeleyi.
Yakup Kadri’nin Sodom ve Gomore romanından aşina olacağınız, işgal
kuvvetleriyle işbirliği yapanlar da var Kemal Tahir’in satırlarında, Kuvayı
Milliyecilerde. Ve bir tarih yazılırken kendi küçük dünyalarında yuvarlanıp
gidenlerde.
Kıstırılmışlık hali, bir varoluş, kendini yeniden yaratma mücadesine
dönüşüyor çoğu zaman. Derin yalnızlığı içinde, yepyeni bir adam yaratan Kamil
Bey, artık paşazade Kamil Bey değil, Millici Abi olacaktır.
3.
Yol Ayrımı
‘’Nuh Bey,’’ Ağlıyorsun
Murat oğlum’’ demişti, ‘’ Deminden beri sana bakıyorum. Ağlıyorsun da
ağladığının hiç farkında değilsin! Bana da olur arada bir… Bakarım ağlamışım.
İyidir. Ferahlar insan!’’
Milli Mücadele kazanılmış, cumhuriyet ilan edilmiştir. Yabancıların Türk
Mucizesi dedikleri yıllar. Gazi Mustafa
Kemal Atatürk, çok partili sisteme geçilmesini teşvik ediyor.
Türkiye’nin ikinci çok partili hayata geçme denemesi olan Serbest Fırka
günlerini konu alıyor Yol Ayrımı. Tarih derslerinde birkaç satırla geçiştirilen
dönem, Kemal Tahir’in kalemiyle yeniden hayat buluyor. Bir toplumun
panoramasını çiziyor.
Artık Kâmil Bey’de vatan da özgürdür. Esarete karşı birleşen insanlar,
özgürlük günlerinde artık bir yol ayrımındadırlar.
A.KOŞBAY
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder