‘’Olayları günü gününe
yazmak daha iyi olacak. Açıkça kavramak için bir günce tutmalı. Önemsiz gibi
görünseler de küçük ayrıntıları, olaycıkları kaçırmamalı, özellikle hepsini
sınıflamalı. Şu masayı, sokağı insanları, tütün paketimi nasıl gördüğümü
anlatmalıyım, çünkü değişen bu. Bu değişmenin alanını ve özünü iyice
belirlemeliyim.’’
Varoluşçu felsefenin en önemli düşünürlerinden olan Jean- Paul Sartre,
düşüncelerini Varoluş ve Hiçlik yapıtında aktarmıştır. Romanlarıysa bir nevi bu
felsefe akımının edebiyata uyarlanışıdır.
Hayata, insanlara, kalıplaşmış, anlamsız değer yargılarına karşı duyulan
tiksinti roman boyunca karşımıza çıkar. Yurtdışı görmüş, çok okuyup yazmış,
gerçek bir entelektüel olan Roquentin, bizim günlük hayatta alışageldiğimiz,
sıradan küçük olaylar karşısında güçlü bir bulantıyla sarsılır. Diğerleri onun
için pek de önemli değildir. Sadece ona rahatsızlık vermektedirler
aptallıkları, sıradanlıklarıyla.
Umutlu ya da umutsuz bir karakter değildir Roquentin. Mutlu ya da mutsuz
değildir. Sevinçli ya da kederli değildir. Kentlerden korkar. Ama kentlerden de
uzak kalmamak gerektiğini düşünür. Çünkü eğer uzaklaşırsanız bitki çemberiyle
karşılaşacaksınız. Beklemektedir bitkiler ve kent ölünce onu kaplayacaklardır.
Okuduğum kitaplar içinde başkarakteri bana en anlaşılmaz gelen kitap
olmuştur Bulantı uzun süre. Kitabı daha sonra birkaç defa daha okuyunca
anlamını daha iyi kavramaya başladım. Hala bazı karanlık noktalar kalmış olsa
da bu okumalardan geriye… Belki de güçlü bir anlatım, böyle olmalı. Her
okuduğunuzda yeniden keşfedecekleriniz olmalı.
Toplumsallığı değil bireyselliği ön plana çıkaran, sahte nezaket
gösterilerine yüz vermeyen Jean- Paul Sartre, felsefesine, yazdıklarına sadık
kalarak 1964’te kendisine verilmek istenen Nobel Edebiyat Ödülünü reddetmişti.
A. KOŞBAY
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder