‘’ Mr. Bloom, tam konuşacakken, dudaklarını
yeniden kapattı. Martin Cunnigham’ın iri gözleri. Şimdi başka yana bakmakta.
Anlayışlı insan adam. Akıllı. Shakespeare’in yüzü gibi. Her zaman iyi bir şey
buluyor söyleyecek’’
Bir gününüzü yazmak isteseniz nasıl yazardınız ve kaç sayfa tutardı?
Belki kaç sayfa değil kaç satır demek daha doğru olabilir. Bir gün nedir ki?
Dünya, en az dört buçuk milyar yaşında. Dört buçuk milyar yılda bir gün nedir
ki? Modern insan Homo Sapiens yüz bin yıldır var. Yüz bin yılda bir gün nedir
ki? Bir yılda 365 gün var. 365 günde bir gün nedir ki?
İyi ki James Joyce böyle düşünmedi ve Ulysess’i yazdı. Bir Güne Övgü diye
niteliyorum Ulysses’i. Bir gün ancak bu kadar renkli, bu kadar canlı
anlatılabilirdi. Yanlış anlaşılmasın. Dublin’de o gün Mr. Bloom’un yaşadıkları,
öyle inanılmaz, esrarengiz olaylar değil. Gayet sıradan bir gün. Çalınan bir
mücevher, antik sırlar, bir cinayet soruşturması ya da tarihi bir olayın
tanıklığı yok satırlarda. Sıradan bir insanın sıradan bir günü. Kitabı özel
kılansa böyle sıradan bir malzemeden sıradışı, çekici, alışılmadık bir anlatıma
ulaşması. İlginç fantazyalarla süslü, tiyatrovari satırlar da var. Pijamasını
giyip uyumaya hazırlanan bir insanı anlatan satırlar da. Ciddi paragraflara
bölünmüş, başı sonu belli sayfalar da var. Nefesinizi kesmek istercesine
noktasız virgülsüz devam eden, yazım kurallarına dil çıkaran sayfalar da.
‘’Ulysses’i çevirmeye kalkmak başlı başına bir çılgınlık’’ sözünün ne anlama
geldiğini kitabı okudukça çok iyi anlıyorsunuz. İyi ki çevirmen Nevzat Erkmen
bu çılgınlığı yapmış.
Kitabı bitirdiğimde ise bir günü ne kadar da çabuk harcadığımızı, belki
de pek çoğumuzun yaşama sanatı denen şeyden uzak olduğumuzu düşündüm.
Aklıma Horatius’un
meşhur dizesi takıldı: Carpe diem (Günü yakala, anı yaşa.)
A. KOŞBAY
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder