‘’Sabahın ilk soluk
ışıkları, onu iş başında buldu. Saat altıda diz çökmüş, karanlığın koridor
boyunca açılışını izlemekteydi. Karşı duvardaki leke, gerçek karakterine
büründü. Kaynağı belirsiz gölgeler-insanların değil nesnelerin gölgesiydi
bunlar, ama hangi
nesnelerin?-fayansların üstüne vurdu, tehlikeli ve saygısız tonda bir griye
dönüştü ve Kien’in adını koyup da yeni başlayan sabahı kendine zehir etmek
niyetinde olmadığı bir renge yaklaştı. Kien varlıklarını kabule yanaşmaksızın
ve ilk önce nazik bir ifadeyle, gölgelerden ya çekilmelerini ya da başka bir
renk almalarını rica etti. Gölgeler ne yapacaklarını kestirmeksizin
durakladılar. Kien isteğinde direndi. Karşısındakilerin kendilerinden emin
olmadıkları gözünden kaçmamıştı. Gölgelere bir ültimatom vermeye karar verdi ve
bu ültimatomu dinlemedikleri takdirde, kendileriyle ilişkilerini keseceğini
bildirdi. Elinde baskı yapmasını sağlayacak başka araçlar da vardı, bundan
ötürü uyarıyordu gölgeleri; onların karşısında savunmasız değildi.’’
Gerçek nedir? Gerçekle bağ nasıl kopar? Koparsa ne olur? Bizim
gerçeğimizle başkalarının gerçeği aynı mı?
Körleşme, adım adım gerçekten uzaklaşan, katı sınırlar çizdiği
dünyasından çıkamayan daha doğrusu çıkmak istemeyen bilim adamı Peter Kien
ekseninde bu sorulara yanıt arıyor. Kendi alanı sinolojide bir dahi olarak
görülen Peter Kien, gündelik hayat içindeyse bir çocuk kadar bile deneyime
sahip değildir. Üzerine titrediği kitaplarına, hizmetçisinin de büyük değer
verdiğini zannederek onunla evlenir ve olaylar garip bir şekilde gelişir.
Kafka’dan aşina olduğumuz tuhaflıklar roman boyunca devam eder. Karısı evden
Kien’i attığında, Kien kendi evinden kovulduğunu düşünmez. Kendisi dışarı
çıkarak karısını içerde bırakmış, karısını o evde yaşamaya mahkûm etmiştir. Çok
sevdiği kitaplığını ise evde bırakmıştır ama kafasında yeni bir kitaplık
kurmakta ve bu hayali kitaplığı her gittiği otele götürmekte ve hayali
kitaplarını gerçek kese kâğıtlarına sarmaktadır. Hatta bu hayali kitaplar için
gerçek bir yardımcı bile tutar. Bu yardımcı ise Kien’in durumundan yararlanmak
isteyen bir açıkgöz, dolandırıcı bir tip olan Fischer(le)dir. Ama Fischer de
bir anlamda gerçeklikten kopmuş biridir. O da kendi hayal dünyasında sık sık
sanrılarıyla baş başadır. Tıpkı kendi gerçekliğinde hapsolmuş diğer karakterler
gibi.
Elias Canetti kitabı el yazısıyla mı yazdı yoksa daktiloda mı yazdı
bilmiyorum. Ama yazarken kaleminden ya da daktilosundan dumanlar çıktığını
hayal ediyorum. Kitabı bitirdiğimde geriye hangi duygular, düşünceler kaldı?
Kien’i ve yoluna çıkan diğer karakterleri adım adım izlerken yüzeysel
baktığımızda olaylar komik, eğlendirici gibi gözükebilir. Derine indiğimizdeyse -eğer biz de körleşmediysek-
göreceğimiz tek şey büyük bir acı, yakıcı bir insanlık dramı olacak.
A. KOŞBAY
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder